Türkan Uzun: Tarım Raporu

“Dünyayı doyuracak ve gezegeni soğutacak ekolojik tarıma doğru ezber bozma zamanı”

 

Tarım, çevre ile karşılıklı bir etkileşim içinde, bir yandan çevresel etmenlere son derece duyarlı iken diğer yandan da bunlara neden olan bir etkide bulunuyor.

Tarımsal faaliyet toprağı, suyu aşırı tüketiyor-kirletiyor, toprakların gittikçe verimsizleşmesine ve iklim değişikliğine neden oluyor. İklim değiştikçe, toprak kirlendikçe, su tükendikçe de tahribat ve gıda güvenliği sorunları ortaya çıkıyor.

Günümüzde bir kısır döngü görünümünü arz eden bu etkileşim tarımın fıtratına değil fosil yakıtlara da aşırı bağımlı endüstriyel hali ve piyasa çerçevesine, bunu kontrol eden 6-7 çok uluslu şirkete, göz yuman-nemalanan hükümetlere, bunların güdümüne girmiş uluslararası kuruluşlara dayanıyor.

Raporun amacı tarımsal faaliyetin kendisini veya tarım-çevre ilişkisinin hangi çerçevede gerçekleştiğini irdelemek olmamakla birlikte, bu çerçevenin varlığına değinmeden de doğaya ve insan usuna aykırı hal ve vaziyet anlaşılmaz hale geliyor. Örneğin su kısıttı olan tarım havzalarına neden aşırı su ihtiyacı olan bitkiler dikilir, en verimli havzalar niye sanayileşme ve kentleşmeye açılır, toprak tuzlanması ve erozyonuna, aşırı su tüketimine neden olan sulama yöntemlerinde niye inat edilir?

İklim değişikliği

Tarım ve dolayısıyla gıda güvenliği iklim değişikliğinden birebir etkileniyor. Isı artışının kuraklığı bunun da çölleşme ve erozyonun hızlandırması ile tarım ürünlerine ve ormanlara daha fazla böcek ve hastalığın musallat olması, deniz seviyesinin yükselmesi ile tarım arazilerinin su altında kalması, sel ve kasırga gibi aşırı iklim olayları, mevsimlerin bazı bölgelerde daha uzun olmaya başlaması, kış ve gece sıcaklıklarının yaz ve gündüz sıcaklıklarından daha fazla artma eğiliminde olması, sert ve devamlı rüzgarlar nedeniyle büyük tahribatların yaşanması, yağış düzenindeki değişiklikler nedeniyle bitkilerin ihtiyaç duydukları zamanda susuz kalması veya ihtiyaç duymadıkları zaman yağmura boğulması, bunların başında yer alıyor.

Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz kuşağında çölleşme ve erozyona bağlı sorunlar öne çıkarken tarımsal üretimin kuzey yarım kürenin serin iklim kuşaklarına doğru kayacağı düşünülüyor.

Son yıllarda kişi başına düşen tarım arazisi gelişmiş ülkelerde %14,3 azalırken, gelişmekte olan ülkelerde %40 oranında azaldı. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’ne göre kişi başına düşen tarım arazisi 0,23 hektardan 2050 yılında 0,15 hektara kadar düşecek.

Kuraklık ve sele neden olan aşırı yağışların yer kürenin farklı bölgelerinde etki etmesinin ötesinde her iki iklim değişikliği olayının da aynı bölgede yaşanıyor olması, tarım açısından yarattığı stresleri katmerleştiriyor. Bütün bu etkilerin sonucunda küresel tahıl üretiminin %20 ila %30 oranları arasında azalacağı tahmin ediliyor. Gerek kuraklık ve çölleşme gerekse de aşırı yağış ve sellere tanık olan Türkiye’de ise %15 civarında tarımsal ürün kaybı öngörülmektedir.

Ürün kaybının yine piyasa mekanizmaları nedeniyle gıda fiyatlarında özellikle 2007 sonrasında gözlemlenen artışın kısa bir durulma sonrası hızla tırmandıracağı düşünülüyor. En iyimser tahminle 1 milyar insan sağlıklı gıdalara erişimde büyük sıkıntılar yaşayacak, açlık ile karşı karşıya kalacak.

Tarım aynı zamanda iklim değişikliğine doğrudan katkıda bulunan bir insan faaliyeti.

Genel olarak toprakta atmosferdekinin 3 katı  karbon bulunuyor. Endüstriyel tarımın yaygınlaşması toprağın karbon tutma özelliğini tahrip ediyor, küresel ısı artışı ve çölleşme ile birlikte de toprak ve tarımsal arazideki mikropların atmosfere karbonu saldığı artık biliniyor.

Küresel düzeyde iklim değişikliğine yol açan sera gazı salımının yüzde 22’si, Avrupa Birliği ve Türkiye’de de yüzde 10 civarı tarımsal faaliyetlere dayanıyor.

TÜİK’in bu yılın nisan ayında açıkladığı 2014 Envanteri’ne göre Türkiye’deki sera gazı salımı karbondioksit (CO2) eşdeğeri 467,6 milyon tonun %10.6’sı tarımsal faaliyetlerden kaynaklanıyor. Türkiye’nin sera gazı salımındaki baş döndürücü artış enerji sektöründen ivmeleniyor olsa da tarımsal üretimin neden olduğu salımın da son 10 yılda 37 milyon ton karbondioksit (CO2) eşdeğerinden 49.6 milyon tona çıkması mutlak bir artışa işaret ediyor.

Tarımsal üretimde karbondioksitin kendisinden ziyade metan (CH4) ve diazotmonoksit (N2O) sera gazları oluşuyor. Bunun önemi metanın küresel ısıyı atmosferde tutma gücünün karbondioksite göre 21 kat daha fazla olmasında yatıyor. TÜİK Envanterine göre Türkiye’nin toplam metan gazı salımında tarımsal faaliyetin payı %54,3, diazotmonoksit salımında ise %75,9.

Metan salımı hayvancılık ve çeltik üretimi, diazotmonoksit salımı da azot gübre kullanımına dayanıyor. Türkiye’de metan salımının yüzde 95’i hayvancılık faaliyetlerinden kaynaklanıyor. Çeltik üretimin etkisi %3.5, anız yakmanın da %1.5 etkisi söz konusu.

Dolayısıyla iklim değişikliğine en büyük katkıyı hayvancılığın bunların içinde de büyükbaş hayvancılığının yaptığının altının çizilmesi gerekiyor. Tabii ki hayvan kaba ve karma hayvan yemi üretiminin ve bunlara ayrılan tarımsal alanların da göz önünde bulundurulması gerekiyor.

Burada beslenme alışkanlıklarında verili ezberlerin de tekrar gözden geçirilmesi gerekliliği de ortaya çıkıyor. (Uzun ömürlü insanların beslenme alışkanlıkları üzerine yapılan araştırmalar düşük et tüketimine işaret ediyor. )

Yukarıda paylaşılan rakamlar Türkiye’deki tarımsal üretimden kaynaklı sera gazı salımlarıdır. İthal edilen et, bitkisel yağlar, pirinç, buğday, mercimek, muz, mısır gibi ürünlerin üretildikleri coğrafyada neden olduğu sera gazı salımları Türkiye Envanteri’ne ‘dolaylı salımlar’ olarak yansımaktadır.

Sulama

Tarım çevre ilişkisinde öne çıkan bir diğer başlık da tarımsal sulama. Bugün dünyada yaklaşık 5 milyar hektar tarım arazilerinin yaklaşık 300 milyon hektarında sulamaya dayanan tarım yapılıyor. Bu da toplam su tüketiminin %73’ünü oluşturuyor. Tarım ve hayvancılık faaliyetleri günümüzde suyu en fazla tüketen faaliyetler arasında bulunuyor.

Türkiye’de 28 milyon hektar olarak açıklanan tarım arazisinin DSİ’ye göre 5,61 milyon hektarında sulama yapılıyor ve bu alanın 2023’e kadar 8.5 milyon hektara çıkarılması planlanıyor.

Mevcut sulanan alanın %81’inde karık, tava ve salma adı verilen yüzeysel sulama yöntemleri kullanılıyor. Geri kalan kısımda yağmurlama ve damla yapılıyor.

Ziraat Mühendisleri Odası’nın araştırmalarına göre tava, karık ve salma sulamanın randımanı %60 civarında. Şebekedeki sızma, buharlaşma ve işletme kayıpları da ilave edildiğinde randıman %50’ye düşüyor ve kıt olan su kaynaklarının israfına neden oluyor. Bunun yerine yağmurlama ve damlama sulama yöntemlerinin kullanılması halinde %20 ile %30’luk su tasarrufu ile birlikte %80 ve%90 randıman sağlanabiliyor.

Su tüketiminin de ötesinde sulamanın uygun olmayan tekniklerle gereğinden fazla yapılması topraktaki besin ve mikrobesin iz elementlerini yıkayarak toprak verimliliğini azaltırken, diğer yandan toprağın drenaj kapasitesinin üzerine çıkması, toprakta taban suyu yükselmesi ve buna bağlı olarak tuzlanma sorunlarına neden oluyor.

Dünyada sulama yapılan tarım arazilerinin yüzde 20’sinde tuzlanmanın yaşandığı ve bu nedenle sulama sayesinde elde edilen üretim artışının büyük oranlarda azalmasına yol açtığı görülüyor. Türkiye’de 4,5 milyon hektara yakın tuzlu ve sodyumlu arazi bulunuyor.

Toprak ve su kirliliği

Tarımsal faaliyetlerden kaynaklı toprak ve su kirlenmesi tarım ilaçları ve gübre kullanımına dayanıyor.

Tarım ilaçları

Önemli çevre sorunlarından birisi yeraltı ve yerüstü sularının kirlenmesidir. Türkiye’de su kirliliğinin başlıca etkenleri kentleşme, sanayileşme olsa da özellikle endüstriyel tarımın yaygınlaşması ile kullanılan tarım ilaçları ve kalıntıları yeraltı ve yüzey sularına karışarak kirliliğe neden oluyor.

Tarımsal üretimde kullanılan tarım ilaçları, genellikle çok dayanıklı olduklarından, ayrışmaları yıllarca sürüyor. Ayrıca yapılan araştırmalara göre tarım ilaçlarının sadece %0.015-%6.0’sı hedef alınan canlıya ulaşıyor ve yeterli etki yaratıyor. Geri kalan % 94-99.9’luk kısım ise hedef olmayan organizmalara ve toprağa ulaşıyor ya da çevredeki doğal ekosistemlere, sürüklenme ve akıntı nedeniyle kimyasal kirleticiler olarak karışıyor. Tarım ilaçları zararlı addedilenlerin yanı sıra onlarsız tarımın düşünülemeyeceği arıları da yok ediyor. Bu maddeler her gün yediğimiz gıdalar aracılığıyla da vücudumuza karıştığı için toplum sağlığı açısından da ciddi sorunlar oluşturuyor.

Dünya toplam pestisit tüketimi yıllık 3,5 milyon ton Türkiye’de ise 50.000 ton. Bu rakam düşük görünse de özellikle Akdeniz, Marmara, İç Anadolu, Ege bölgeleri yoğun tarım ilacı kullanılan alanlardır.

Tarım ilacı kullanmaksızın bitkisel üretimde hastalık ve zararlılardan dolayı ortalama % 30 – 35 oranında kayıp ortaya çıkacağı ifade ediliyor. Ancak kullanımın yarattığı ve geri dönüşü neredeyse mümkün olmayan tahribat ve kayıplar? Gerek tarım açısından zararlı addedilenlerle mücadele eden ama faydalılara dokunmayan ve çevreye çok daha az olumsuz etki yaratan kimi organik tarım ilaç kullanımı üzerinde niye durulmaz?

Gübre

Dünya Bankası verilerine göre dünya suni gübre kullanımı ortalaması hektar başına 119 kg, AB’de ortalaması 153.3 kg, Türkiye’de ise 113 kg.

Suni gübre kullanımı hem toprağın asitlenmesine hem de kimyasalların suya karışması nedeniyle sudaki oksijenin azalmasına, yüzey sularının kirlenmesine neden oluyor.

Suni gübre toprakta asitlenmeye neden olduğu gibi toprak asitlenmesi de gübre verimliliğini düşürüyor. Yani bir kısır döngüye neden oluyor. Örneğin nötr olan pH 7 değerinde gübre verimi yüzde 100 iken, aşırı asidik olan topraklarda (pH 4.5) verim %20-30’lara düşüyor.

Toprakta asit sorunu Türkiye’de özellikle Trakya ve Karadeniz bölgelerinde gözlemleniyor.

Azotlu, fosfatlı ve kompoze gübrelerin bitkilere yararlı olması için mutlaka bitki kök derinliğine, yani toprağın altına verilmesi gerekirken, en yaygın uygulama serpme ve karıştırmadır ki bu yöntem gübrenin yaklaşık yarısının kaybolmasına yol açıyor.

Gübre ve bu şeklide yanlış uygulanması su kaynaklarında oksijenin hızla azalmasına, yüzey sularının kirliliğine neden oluyor. Türkiye’de yeraltı sularının kirlenmesinde tarım, evsel ve endüstriyel atıklardan sonra üçüncü sırada etkili bir faktördür.

Erozyon

Uluslararası Toprak Referans ve Enformasyon Merkezi (ISRIC) yeryüzü karasal alanlarının yüzde 15’inin insan faaliyetleri sonucu çeşitli düzeylerde bozuluma maruz kaldığını belirledi. Ayrıca, bozulan bu alanların yüzde 55,7’sinde su erozyonunun, yüzde 27,6’sında rüzgâr erozyonunun, yüzde 12,5’inde kimyasal değişimlerin (besin kaybı, tuzlanma, kirlenme, asitlenme vb.) ve yüzde 4,2’sinde su baskını, sıkışma, çökme gibi fiziksel değişmelerin etkili olduğu tespit edildi.

Toprak kaynaklarını tehdit eden en önemli faktörlerden birisi olan erozyon nedeniyle dünya genelinde yılda yaklaşık 24 milyar ton toprak yerinden taşınıyor ve 60 milyon hektar tarım alanı kaybediliyor.

Türkiye arazi varlığı envanter çalışmaları sonuçlarına göre; arazilerimizin 5,6 milyon hektarında (yüzde 7) hafif, 15,6 milyon hektarında (yüzde 20) orta, 28,3 milyon hektarında (yüzde 36) şiddetli ve 17,4 milyon hektarında (yüzde 22) çok şiddetli erozyon görülmektedir. İşlenen tarım arazilerinin yüzde 59’unda, mera arazilerinin ise yüzde 64’ünde erozyon söz konusu.

Türkiye’nin yıllık ortalama toprak kaybı 770 bin ton. Bu rakamın dünya genelinde yıllık 24 milyar ton olduğu dikkate alındığında, dünyada her yıl erozyon nedeniyle kaybedilen toprakların 1/33’ünün Türkiye kaynaklı olduğu anlaşılıyor. Ülkemizdeki ortalama yıllık toprak kaybı Avrupa’dakinin 9,5 katı, Amerika’dakinin 1,6 katıdır.

Bu değerler Türkiye’deki erozyonun şiddetini açıkça gösteriyor.

Bu özelliği ile de erozyon, ekosistemin ve suların kirletilmesinde büyük etken olmaktadır. Çünkü yüzey akışları ile taşınan bitki besin maddeleri (gübre dâhil) ve tarım ilaçları su kaynaklarının kirlenmesine neden oluyor.

Erozyonun oluşumunda arazi eğilimi, topografik yapı gibi doğal etkiler rol oynamakla birlikte tarımdan kaynaklanan sorunlar arasında, arazilerin doğal nitelik ve yeteneklerine göre işletilmemesi, meyilli arazilerde korumasız tarım yapılması, anız yakılması, meralarda otlatmanın kontrolsüz ve kapasitenin üzerinde yapılması, sulamanın plansız ve kontrolsüz yapılması bulunuyor.

Erozyon sorunun büyüklüğü aynı zamanda bir amacı da sulama olan barajların, akarsu ve yüzey akışların taşıdığı toprak materyali ile dolmaları nedeniyle planlanan ekonomik ömürlerinden daha kısa sürede işlevlerini yitirmesine neden oluyor. Genelde ekonomik ömürleri 50 yıl olarak belirlenen barajların aşırı erozyon etkisi ile 15-20 yılda doldukları görülebiliyor.

Sonuç ve öneriler

Tarımsal faaliyet en genel anlamda dünyada sayısı 7 milyarı geçen insanı doyurmaya yetecek gıda üretiyor. Her gün 24 bin insanın açlık ve yetersiz beslenmeden ölmesi üretim yetersizliğinden değil küresel eşitsizlikler sonucu gıdaya erişim sorunundan kaynaklanıyor.

2050 yılında 10 milyarı bulacağı tahmin edilen dünya nüfusunu besleme sorunu daha yoğun, daha endüstriyel tarım yöntemleri, daha fazla gübre, daha fazla tarım ilacı, daha fazla sulanan arazi, GDO’lar yönünde basınç kurmak için kullanılıyor. Hâlbuki yukarıdaki verilerin de ortaya koyduğu gibi bu yöntemler büyük çaplı çevre kirliliğine neden olduğu gibi yine devasa boyutlarda verimli tarım arazilerinin yok olmasını, suyun kirlenmesini ve gıdaların zehirlenmesini beraberinde getiriyor. Yani verili endüstriyel tarımsal faaliyet tarımı ve toprakları yok ediyor.

Dahası Türkiye’de sanayileşme ve imara açılan ve dolayısıyla amaç dışı kullanılan tarım arazileri özellikle Trakya, Bursa, Kocaeli, Adapazarı, Gediz, Menemen, Salihli, Kemalpaşa, Büyük Menderes, Küçük Menderes, Antalya, Tarsus, Çukurova ve Düzce gibi verimli tarım alanlarının bulunduğu bölgelerde yoğunlaşıyor. Tarımsal alanın mutlak kaybı ile birlikte sanayileşme ve imar nedeniyle geri kalan tarımsal alanlar da hızla zehirleniyor.

Bu bir kısır döngüdür!

Döngünün kırılması için verili ezberler bozulmak zorunda.

Tarım alanlarının amaç dışı kullanımına son verilmeli. Türkiye’de tarımsal faaliyetin sadece %1’ini oluşturan organik tarımın, toprak çoraklaşmasını ve erozyonu azaltan pulluksuz-işlemsiz tarım yöntemlerinin, damla sulama yöntemlerinin, toprağın karbon tutucu özelliğini güçlendiren onarıcı tarım yöntemlerinin geliştirilmesi,  gıda güvenliğini tesis edeceği gibi tarımın çevreye zararını en aza indirecek olumlu bir etkide bulunacaktır.

Birleşmiş Milletler Mart 2011’de yayımladığı raporda küçük ölçekli ekolojik tarımın daha verimli olduğunu ortaya koyuyor. Yani dünyayı ve Türkiye’yi doyurmak ve soğutmak için alınacak yol aslında belli! Ve tabi ki üretilen gıdaların 1/3’ünün üretim sonrası ziyan olmasının engellenmesi gerekiyor.

PAYLAŞ