Güvenli, Temiz ve Yeşil Bir Gelecek için 17 Ağustos’u Unutma!

17 Ağustos 1999’da yaşadığımız büyük depremden bu yana on dokuz yıl geçti.

Ülkemizde endüstrinin ve şehirleşmenin en yoğun olduğu Marmara Bölgemizde meydana gelen 7,4 büyüklüğündeki deprem on binlerce insanımızın ölümüne, yaralanmasına, 324.000 konutun hasar görmesine neden olmuştur. Halkımızın güvenli barınma hakkı ve sağlığı hiçe sayılarak depreme dayanıklı yapı tasarım ilkeleri ve zemin özellikleri dikkate alınmadan hızlı endüstrileşme koşullarında dikkatsizce, özensizce üretilen beton konutlar, sanayi tesisleri, ulaşım- iletişim altyapıları yaşadığımız bu felaketi kaçınılmaz kılmıştır. Depremi kitlesel bir hayatta kalma sorunu haline getiren nedenlerden biri de sanayileşme süreci ile geleneksel yapım tekniklerinin ve yapı malzemelerinin terk edilerek iskelet sistemli, hızlı üretilen beton yapılara ve kompozit yapı bileşenlerine yönelinmesi ve bunun renkli pazarlamasıdır.

Yakın tarihin en büyük felaketlerinden birisi olan 17 Ağustos depreminin yaşanmış olması ülke tarihi açısından bir milat olmuştur. Ancak yapılması elzem olan dönüşümler, son derece özensiz, YIK-YAP anlayışıyla ele alınmakta, kentsel dönüşüm adı altında rant bölgelerinin değerinin artırılması hedefine dönüşmekte, ranttan uzak ancak yoğun nüfusların yaşadığı bölgeler yokmuş gibi davranılmakta, insanlar onlarca yıldır yaşadıkları yerlerini terk etmek zorunda bırakılmakta, atık yönetimi ve kullanılan yapı malzemelerinde sürdürülebilirlik kavramları hiçe sayılmaktadır. Ayrıca rant odaklı yapılan bu dönüşüm, daha ilgi çekici kılınmak için “deprem odaklı kentsel dönüşüm” adıyla kitlelere sunulmaktadır. Kısacası ekonomik sistem tüm değerleri hiçe sayarak bu durumu kendi için bir fırsata çevirmektedir. Tüm bunların yanında bu kadar kritik bir dönemde hayati öneme sahip oda denetimleri ve mesleki denetim kavramı da sürecin dışına itilmeye çalışılmaktadır. Bu durum yapı üretim sürecini de denetimsizliğe mahkûm etmektedir.

Aynı zamanda seçim döneminde ekonomik gelir ve oy elde etmek amacı ile, “yurttaşların mağduriyeti” gerekçe gösterilerek gündeme getirilen “imar affı” ile; kıyı alanları, tarım arazileri, orman alanları, içme suyu havzaları ve tarihi, doğal, arkeolojik sit alanları üzerine inşa edilen bina ve tesisler dâhil olmak üzere, bütün kaçak yapıların, toplumun deprem güvenliği de hiçe sayılarak yasal hale getirilmesi sağlanmıştır.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi; kentin dönüşümü sürecini doğal malzemelerin kullanıldığı, az enerji tüketen ve bu enerjiyi de temiz üretim metotları ile elde eden, bakımı kolay ve ekonomik olan inşaat teknikleri ile yapılmasını, yapıların konstrüksiyonunun ve kullanılan malzemelerin, toksik maddeler içeren sanayi ürünleri değil, insana ve doğaya uygun sağlıklı malzemeler olması gereğini savunmaktadır. Beton kentler yerine, kentin tarihine uygun, geniş yeşil alanları ile nefes alabilen, sokak hayvanları dahil kentin tüm sakinlerine saygılı kentler planlanmalıdır. Bu önceliklerle yapılmayan şimdiki gibi özensiz bir dönüşüm anlayışı, öngörülemeyen yeni kitlesel felaketlerin davetiyesi olacaktır.

17 Ağustos 1999 günü yitirdiğimiz insanların acısını 19 yıldır yüreğimizde taşıyoruz. Yaşanan bu büyük afetten çıkarılacak çok ders vardır.

Yeşil Sol Parti olarak deprem sonrasında ülke olarak yaşadığımız sosyal deprem ve umutsuzluğun bir daha yaşanmaması için yetkilileri uyarıyor, güvenli, temiz ve yaşanılır yeşil bir gelecek için çalışmaya davet ediyoruz.

 

Eylem Tuncaelli – Naci Sönmez

Yeşil Sol Parti Eş Genel Sözcüleri

 

 

PAYLAŞ