Gezi Parkı Direnişinin Üzerinden Tam 4 Yıl Geçti.

28 Mayıs 2013’te Taksim Gezi Parkında ağaçların kesilmesini önlemek amacıyla yapılan çağrı, hiç beklenmedik olanın başlangıcı oluverdi. İstanbul ve ona eşlik eden diğer şehirler Gezi Parkını savunma mücadelesi etrafında ayağa kalktı. Herkes ağaçların yok edilmemesi talebine kendi itiraz halkalarını ekledi ve isyan çoğalarak büyüdü. Söz hakkını müdafaa başroldeydi.
Kentinin nasıl yönetileceğine, yaşamının nasıl idare edileceğine dair söz hakkının görkemli bir ifadesi oldu Gezi. Erdoğan-AKP iktidarının despotizmine karşı, rantçı ve kalkınmacı politikalara, mülksüzleştirme yoluyla birikim politikalarına karşı hayatın savunusu oldu. Ve elbette Gezi kendinden önceki mücadelenin birikimini beraberinde taşıdı. Hrant Dink’in cenazesinin ardından yürüyen binler, “Gemileri yaktık, geri dönüş yok” diyen Tekel direnişi, Boğaziçi’nde Starbucks’ı işgal edenler, “Emek Yerinde Güzel” diye haykıranlar, Onur Yürüyüşlerinde kentin meydanını gökkuşağına boyayan heteroseksizm karşıtları, 8 Mart’lar ve daha bir dizi mücadelenin coşarak aktığı Gezi, ortak alanlar yaratarak ortaklığımızı büyütebileceğimiz hissini güçlendirdi. Sokaklar soğukluğunu yitirdi ve “yapabiliriz” umudu yeniden ayağa kalktı.
Başardıklarımız ve başaramadıklarımızla Gezi’den alınacak çokça dersimiz olduğuna ve her biri üzerine titizlikle düşünmek gerektiğine inanıyoruz. Türkiye’nin bütün farklılıklarıyla, kimlikler siyasetini aşarak bir araya gelebileceğini ve birlikte konuşabileceğini, mücadele edebileceğini göstermesi belki de en önemli mesajlarından biri oldu. Emekçinin, beyaz yakalının, başörtülünün, eşcinselin, kadının, yaşlının, gencin, hayatında ilk kez eyleme gidenin, örgütlü insanların, Türkün, Kürdün, Ermeninin kenetlenen gücü “nasıl bir siyaset” ve “nasıl bir gelecek” sorularına verilen en sahici yanıtları oluşturdu. Devletin, bürokrasinin ve hiyerarşilerin olmadığı, doğanın ve insanın birbirine hükmetmediği, müşterekliğin inşa edildiği bir “olasılığı” kuvvetli biçimde bizlere hatırlattı, tahayyül ufkumuzu açtı.
Gezi Parkı Direnişinden ders çıkarmayan Erdoğan-AKP iktidarı ise toplumu kutuplaştırma, baskılama ve mülksüzleştirme politikalarıyla yönetmeye çalışmaktan vazgeçmedi. Geziyi zor ve şiddet yoluyla bastırdığı gibi, sonrasındaki her eşikte, itiraz eden, muhalefet eden bütün hareketleri yine baskı ve zor yoluyla yok etmeye çalışarak, korku salmaya devam etti. Kentte ve kırda sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmeyi sürdürdü. 7 Haziran 2015 ve 15 Temmuz 2016 dönemeçlerinin ardından antidemokratik gidişat OHAL içinde bir Türkiye ile doruk noktasına ulaştı. Barış bildirisine imza atan akademisyen, twit yazan genç, eyleme giden insan, parlamentoya seçilen milletvekili kendini mahkeme koridorlarında ya da hapishanede buldu.
“Hayır daha bitmedi” diyen milyonlarca yurttaş ise 16 Nisan 2017 referandumunda olağanüstü koşullar altında bir seçime giderken, Gezi’yi hatırlayarak “Hayır” isyanını büyüttü. Hiç de az olmadığımızı, umutsuzluğa ve karamsarlığa yer olmadığını bir kez daha gösterdi.
Gezi 4. yılında, mizahı ve mücadelesiyle, sloganları ve tüm direnciyle eşitlik, demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren bizler için meşale olmaya devam ediyor. Gezi’nin cesareti Yırca’dan Cerattepe’ye, Sur’dan Cizre’ye dolaşırken, övgülerden çok hatırlanmayı ve yeniden aşılmayı bekliyor.
Gezi’de yitirdiğimiz Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz, Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Medeni Yıldırım, Ethem Sarısülük, Ahmet Atakan ve Hasan Ferit Gedik’i, Gezi’den bugüne katliam ve saldırılarda kaybettiğimiz tüm ülke insanlarını saygıyla anıyoruz.

PAYLAŞ