Ahmet Atalık (TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı) : Genetiği Değiştirilmiş Ürünler

GDO, Avrupa Birliği’nin konuyla ilgili 2001/18 EC Direktifi’nde “insan hariç olmak üzere, genetik materyali doğal yolla gerçekleşmeyecek şekilde değiştirilmiş canlı” olarak tanımlanmaktadır.

Doğada canlı yaşamları arasında çeşitli bariyerler vardır. Örneğin, birbirini dölleyebilen bitkiler yeni bitkiler meydana getirirken, insanlar da aynı şekilde kendi soylarının devamını sağlarlar. Bitkiler ile insanlar arasında üreme noktasında bariyer vardır ve birbirlerini dölleyerek insan benzeri bitki ya da bitki benzeri bir insan ortaya çıkmaz.

Günümüzde laboratuvar ortamında ileri teknoloji kullanarak bitkilerin genleri ile ağırlıklı olarak iki amaç için oynanmaktadır. Bir toprak bakterisinin zehir üreten geni bitki dokusuna aktarılmakta gelişen bitki tüm dokularında bu zehri üreterek haşerelerin kendine zarar vermesini önlemektedir. Yine bir toprak bakterisinin geni bitki dokusuna aktarılmakta bu genin ürettiği protein GDO’lu tohumun yanında verilen tarım ilacına karşı dayanıklılığını artırmaktadır.

GDO’ların sağladığı avantajlardan biri olarak tarım ilacı kullanımını azaltacağı belirtilmektedir. Ancak, çokuluslu şirketlerin ürettiği GDO’lu tohumların yaklaşık %85’lik bölümü yabancı ot ilaçlarına dayanıklı olan çeşitlerdir. Bu da tarım ilacı kullanımını azaltmamış bizzat artırmıştır.

ABD Tarım Bakanlığı’nın verileri kullanılarak yapılan bir çalışma, 1996-2011 yılları arasında GDO’suz ürünlere göre çiftçinin GDO’lu ürünlerde 183 milyon kg daha fazla tarım ilacı kullandığını göstermektedir. GDO’lu tohumla yaygın bir şekilde tarım yapılan ülkelerin tamamında aynı şekilde tarım ilacı kullanımında artış saptanmıştır.

Birinci nesil GDO’lu tohumlarda yabancı otlara karşı kullanılan aktif madde glifosat, dünyada en yaygın kullanılan kimyasaldır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından insan sağlığı açısından muhtemel kanserojen ilan edilmiştir. Fransa’da yapılan bir araştırma, bu kimyasalın formülasyon şekli olan Roundup isimli tarım ilacının izin verilen limitin daha altında bile insan ve çevre sağlığı açısından glifosat aktif maddesinden çok daha zararlı olduğunu göstermiştir.

Roundup’ı üreten Monsanto’nun yüzlerce çiftçi tarafından mahkemeye verilmesi ve şirketin iç yazışmalarının mahkeme tarafından istenmesi bir takım gerçekleri de ortaya çıkarmıştır. Hakemli bilimsel dergide yayımlanarak Roundup’ın zararını ortaya koyan çalışma, daha sonra Roundup’ı üreten şirket ile çıkar ilişkisi olduğu ortaya çıkan editör tarafından geri çekilerek şirketin zarar görmesi önlenmeye çalışılmıştır.

İç yazışmalarda ortaya çıkan bir gerçek de şirketin Stanford Üniversitesi’nden Henry I. Miller adına Forbes dergisinde yazı yayımlatması olmuştur. Durumun ortaya çıkması üzerine dergi yazıyı yayımdan kaldırmış ve Miller ile tüm ilişkilerini bitirmiştir.

Diğer ilginç bir gerçek de Roundup’ın kanserojen olmadığı tezine karşın şirket çalışanı bir bilim insanının itiraz maili olmuştur; “Roundup kanserojen değil diyemezsiniz… böyle bir açıklama yapmak için formülasyonun gerekli testlerini yapmadık.”

ABD’de yabancı otların Roundup’a karşı direnç geliştirmesi üzerine verimde gerileme yaşanmıştır. Hızla yayılan domuzotu mısırda %91’e, soyada ise %79’a kadar verim kaybına yol açabilmektedir. Bunun üzerine ikinci nesil GDO’lar üretilmiş, glifosatın yerini dicamba aktif maddesi almaya başlamıştır.

Missouri Üniversitesinden yabancı otlar konusunda uzman Kevin Bradley biyoteknoloji şirketlerinin yeni ürünlerini incelettikleri bilim insanlarının önüne çok sıkı koşullar koyduklarını, nelerin incelenip nelerin incelenmeyeceğine şirketlerin karar verdiklerini belirtmektedir. Dicambanın testlerinde bilim insanları bu yabancı ot ilacının çevresel etkilerini de incelemek istemişler, ancak şirket izin vermemiştir.

Ürünün piyasaya sürüldüğü 2016 yılında Bradley ve Tennessee Üniversitesi Ziraat Enstitüsünden Tom Mueller’in dicambanın çevresel etkileri üzerine yaptıkları bağımsız çalışma da mahkeme kayıtlarına girdi. Bu çalışmaya göre dicamba çok hızlı buharlaşarak havaya karışmakta, 24 saat sonra bile havada yoğun bir şekilde bulunmakta ve rüzgarla çevreye yayılmaktadır. Yapılan küçük çaplı araştırmada 1 milyon hektar tarım arazisinin bu kimyasaldan etkilendiği, insan sağlığını olumsuz etkilediği ve yer altı sularına karıştığı tespit edilmiştir.

Mahkeme kayıtlarına giren yazışmalar göstermiştir ki konu GDO olunca şeffaflık ortadan kalkmaktadır.

Genetiği değiştirilmiş ürünlerle ilgili önemli bir iddia da dünya açlığına çare olacağı yönündedir. Dünyada kuzey yarıkürenin temel besini buğday, güney yarıküreninki ise pirinçtir. ABD Tarım Bakanlığı verilerine göre dünya stoklarında 1 milyara yakın insanı besleyecek buğday, milyarlarca insanı besleyebilecek kadar pirinç vardır. Buna rağmen dünyada 1 milyara yakın insan açlık çekiyorsa bunun nedeni tarımsal üretim yetersizliği değil, üretilenin çeşitli nedenlerle adil bölüşülmemesinden kaynaklanmaktadır.

Çok net bilinmelidir ki hiçbir tarım ürününün genetik yapısıyla verimini artırmak amaçlı oynanmamıştır.

Dünyada konvansiyonel tohumları da GDO’lu tohumları da tarım ilaçlarını da üreten aynı çokuluslu şirketlerdir. Bu ilişki de göstermektedir ki tarım ilacı satışından milyarlarca dolar kazanan çokuluslu şirketlerin bu kazançlarından vazgeçmeleri mümkün değildir. Bu ilişkiler sarmalında tarım ilacı kullanımının azalmayacağı, tam tersine çoğalacağı mantıken de anlaşılmaktadır.

GDO’lu tohumlar bir ülkenin pazarına girince yine aynı çokuluslu şirketler tarafından üretilen konvansiyonel tohumlar yavaş yavaş piyasadan çekilmektedir. GDO’lu tohumla ticari amaçlı üretimin yaygınlaşmaya başladığı 1996 yılının öncesindeki 20 yılı kapsayan bir süreçte ABD’de tohum fiyatı soyada sadece %60 artış gösterirken,1996 yılı sonrasını kapsayan 15 yıllık süreçte GDO’lu soya tohumunun fiyatı %325 artmıştır. Aynı dönemler için mısır tohumundaki artışlar %158 ve %259, pamuk tohumundaki artışlar %166 ve %516 olmuştur.

GDO’lu tohumla en yaygın üretimin yapıldığı ABD’de GDO’lu tohum çeşitliliği %6,7 oranında artarken, konvansiyel tohum çeşitliliğindeki daralma %67 düzeyinde olmuştur.

GDO’lu tohumla gerçekleştirilen tarımda diğer bir sorun da gen kaçışı olayıdır. GDO’suz mısır yetiştiren bir tarlanın etrafında GDO’lu mısır yetiştirilen bir tarla varsa diğer tarladaki GDO’suz mısırın da genetiğini değiştirmektedir.

Diğer bir sorun da GDO’lu ürünlerin tozlaşma yoluyla doğadaki yabani akrabalarının da genetiğini değiştirmeleridir. Üniversitelerin kurdukları denemelerde GDO’lu kanolanın doğadaki yabani akrabası hardalın da genetiğini değiştirdiği saptanmıştır. Bu şekilde biyolojik çeşitlilikte yaşanacak daralma, insanoğlunun beslenmesi kapsamında değişen çevre koşulları ve iklim değişikliği çerçevesinde bitkilerin değişen koşullara adaptasyonlarının riske atılması demektir.

GDO’lu tohumların girdiği pek çok ülkede polikültür (birçok ürünün bir arada yetiştirilmesi) tarım daralmış, monokültür (tek bir ürünün geniş alanlar üzerinde yetiştirilmesi) tarım yaygınlaşmıştır.

Dünyanın en yaygın GDO’lu tohumla tarım yapılan ülkesi ABD’de tarım arazilerinin yaklaşık %50’sinde GDO’lu soya ve mısır yetiştirilmektedir. GDO’lu soya ve mısırın kapladığı alan Breziya ve Arjantin’de ise yaklaşık %60’lara ulaşmıştır. Dünyaca ünlü geleneksel ürünlere sahip Arjantin, ülkede yayılan monokültür tarım nedeniyle geleneksel ürünlerini bile yurtdışından alan bir ülke haline gelmiştir.

GDO konusunda insanları en tedirgin eden nokta ise sağlık riskleridir. GDO’lu tohumları üreten biyoteknoloji şirketlerinin kendi çalışmalarında ve finansmanını sağladıkları çalışmalarda GDO’ların hiçbir sağlık riski oluşturmadıkları belirtilmektedir. Ancak bağımsız çalışmalarda ise GDO’lu yemlerle beslenen fare ve tavşanlarda böbrek ve karaciğer tahribatı, kan şekerinin yükselmesi, mide ve beyinde hasar, kısırlık, kanser tümörlerinin oluşumunun hızlanması gibi sonuçlar yaygın olarak görülmüştür.

Ülkemizde Biyogüvenlik Kanunu 2010 yılında çıkmıştır. Kanuna göre bebek ve küçük çocuk besinlerinde GDO’lu materyallerin kullanılması yasaktır. Bu yasaktan da anlaşılacağı üzere GDO’ların çocuklarımıza zarar vereceği yönünde bir çekince varsa, yetişkinlerin de korunması için GDO’ların gıdada kullanılmasının yasak olduğunu belirtir bir hüküm neden kanuna konmamıştır? Tam tersi olarak, GDO zararsızsa çocuk ve bebeklerin tüketmesi neden yasaklanmıştır? Bundan da anlaşılacağı üzere GDO konusu tüm yönleri ile netleşmiş ve bilim dünyası tarafından güvenilirliği kabul edilmiş bir konu değildir.

Sağlıklı gelişsinler diye çocuklarımızın beslenmesine kendimizinkinden çok daha önem veriyoruz. Kendimiz yeterince yiyemesek de çocuklarımızın önünden et, süt ve yumurtayı eksik etmemeye çalışıyoruz. Çocukların besinlerinde GDO’ların kullanılması kanunla yasaklanmışken, sağlıklı gelişsinler diye yedirmeye çalıştığımız hayvansal ürünleri sağladığımız hayvanların GDO’lu yemler yemesine izin vermek de ayrı bir çelişki olarak karşımıza çıkmaktadır.

Şu an için GDO’lu yemle beslenen hayvanların ürünlerine herhangi bir GDO geçişi olmadığı iddia edilse de bu saptamayı yapabilecek teknolojik ilerlemenin henüz sağlanamamış olabileceği de iddialar arasındadır.

Kanuna göre ülkemizde GDO’lu tohumla bitkisel üretim yapmak ve GDO’lu hayvan yetiştirmek yasaktır. Ancak, GDO’lu 26 çeşit mısır ve 10 çeşit soya olmak üzere toplam GDO’lu 36 çeşide yem amaçlı kullanılmak üzere izin verilmiştir. GDO’lu tohumla üretimin yasak olduğu ülkemize ne yazık ki GDO’lu ürünler girmektedir.

Aslında doğru bir tarım politikası ile bırakın GDO’lu soya ve mısır ithal edilmesini GDO’suz soya ve mısır ithalatına bile ihtiyacımız kalmayacaktır.

Mısır üretimimiz 6,4 milyon ton civarında, piyasanın talebi ise 7-7,5 milyon ton civarındadır. Bu çerçevede her yıl 500 bin ton ile 1 milyon ton mısır ithalatı yapılmaktadır. Soyada ise durum daha vahimdir. Üretimimiz 165 bin ton, piyasanın talebi ise 2,5 milyon tona yakındır. Bundan dolayı her yıl 2 milyon tonun üzerinde soya ithalatı gerçekleştirilmektedir. Mısır ithalatımız ağırlıklı olarak GDO’suz mısır üreten ülkelerden yapılırken soyayı ise ABD, Kanada, Brezilya, Arjantin, Paraguay ve Uruguay gibi GDO’lu tohum kullanan ülkelerden alıyoruz.

Ülkemizde sadece son bir yılda çiftçimizin ekmekten vazgeçtiği tarım arazisi miktarı yaklaşık 2 milyon dönümdür. Çiftçimiz emeğinin karşılığını alamadığından dolayı Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre son 15 yılda Belçika’nın toplam yüzölçümüne eşdeğer, yaklaşık 30 milyon dönüm tarım arazisini artık ekmemektedir. İlerleyen teknoloji ve sayıları 40’a ulaşan ziraat fakültelerine rağmen ülkemizde Hollanda’nın toplam yüzölçümüne eşdeğer, yaklaşık 40 milyon dönüm tarım arazisi nadasa bırakılmaktadır. Modern sulama yöntemlerini kullanmamız halinde daha su bekleyen yaklaşık 60 milyon dönüm tarım arazimiz var.

Üretimi hedefleyen doğru bir tarım politikası ile ekilmeyen ve su bekleyen tarım arazilerimizden sadece 5,5 milyon dönümünü soya üretimine, yaklaşık 1 milyon dönümünü de mısır üretimine ayırsak bırakın GDO’lusunu, yurtdışından hiçbir şekilde mısır ve soya almamıza gerek kalmayacaktır.

Ülkemizde gıda amaçlı GDO’lu ürünlerin ithalatı için de başvurular yapılmış olmasına karşın kamuoyundan gelen yoğun tepkiler yüzünden sahipleri tarafından geri çekilmiştir.

Endüstriyel tarımın insan ve çevre sağlığı üzerine olumsuz etkilerini hafifletmek üzere piyasaya sürülen GDO’lu ürünler endüstriyel tarımın bir devamıdır. Sorunları çözemediği gibi yeni sorunlar ortaya çıkarmıştır.

GDO’lar konusunda ortaya atılan iddiaların hiçbirinin gerçeği yansıtmadığı zaman içinde ortaya çıkmıştır. Ülkemizde bu konuda kamuoyunu bilgilendirmek üzere görev yapan GDO’ya Hayır Platformu somut gerçekler üzerinden aşağıdaki net saptamaları yapmıştır.

GDO’lar;

  • Dünyadaki açları değil, çokuluslu şirketleri besleme projesidir.
  • Tüm çiftçileri tohum ve tarım ilacı kapsamında sadece birkaç çokuluslu şirkete bağlama projesidir.
  • Açlığa ya da tokluğa birkaç çokuluslu şirketin karar verme projesidir.
  • İnsanlığı birkaç çokuluslu şirketin yönetmesi projesidir.
  • Biyolojik çeşitliliğin azaltılması, monokültür tarımın yaygınlaştırılması projesidir.
  • İnsanlığın ve tabiatın kobay olarak kullanılması projesidir.
  • Bilimin ticarileştirilmesi ve gerçeklerin üzerinin örtülmesi projesidir.
PAYLAŞ